Osmanlı Savaş Tarihi

Koyunhisar (Bafeus/Bapheus) Savaşı (1302)

Alp Arslan’ın 1071 yılındaki Malazgirt zaferinin ardından Bizans’ın savunma hattının kırılması sebebiyle Anadolu, Türkmenler için bir gaza alanına dönüşmüştür. Kısa süre sonra (4 yıl içinde) Türkmenler İznik önlerine kadar ilerleyerek 1075 yılında Süleyman Şah komutasında İznik’i almayı başarmıştır. Sonrasında Anadolu Selçuklu Devleti’nin bağımsızlığı Melikşah tarafından gelen bir ferman ile tanınmıştır. 1097 yılındaki I. Haçlı Seferi’ne kadar Türkler’in elinde kalan şehir, sonrasında Bizans hakimiyetine girmiş ve iki yüz yıl boyunca gazi Türkmenler için İslam’a geri kazandırılması gereken bir şehir olarak görülmüştür. [1] Bilecik, Yarhisar ve İnegöl fetihlerinin ardından ciddi bir ivme yakalayan Osman Gazi, aynı yıl Yenişehir Ovası’na yerleşmiş ve Köprühisar fethi ile birlikte İznik önlerine kadar gelmiştir. [2] İznik’in güneyine bir havale kulesi yaparak şehrin giriş ve çıkışlarını kontrol altında tutan Türkmenler’e yönelik tepki gecikmemiş ve bir yıl sonra İstanbul’dan gemiler ile bir kuvvet bölgeye sevk edilmiştir.

Savaşın öncesindeki durum Anonim Tevârîh-i Âl-i Osman’da şu şekilde aktarılmaktadır:

“Bir nice zaman bu hâl ile kalup oturdılar. Âkıbet kâfirler birgün fursat bulup İstanbul tekvurına adam gönderüp hallerin arz eylediler. “Üzerimize Türk geldi, bizi zebûn itdi, taşra çıkartmaz oldı, âciz kaldık. Eger bize dermânun varise eyle, yohsa bizi zebûn itdi, oglumızla kızımızla esîr iderler veyâhud açlıkdan kırıluruz, eğer bize dermân itmezsenüz” didiler. Zirâ kim ol vakit İznik’e dahi İstanbul tekvurı hükm iderdi. Çünkim İstanbul tekvurı bu hâle vâkıf oldı, hayli gemiler cem’ idüp içine çok leşker koyup göndürdiler kim varalar gâzileri İznik üzerinden ayıralar.”

İstanbul’dan gemiler ile Heteriarch Léon Mauzalôn komutasında bir birlik (çoğunluğu Alan paralı askerlerinden oluşan süvariler) gönderilmiş ve bugünkü Yalova’nın (o dönemde Yalakova olarak anılıyordu) Hersek bölgesine (bugün Osman Gazi Köprüsünün bulunduğu çıkıntı) gelen Bizans birlikleri, bölgedeki milisler ile birleşerek ve güneyde Bapheus (Koyunhisar) Kalesi ile korunan dar geçitten geçilmesi ile birlikte İznik’in bulunduğu havzaya inilmesi planlanmıştır. Böylece yaklaşık iki bin kişilik bir kuvvet vücuda getirilmiştir. Diğer tarafta ise Bizans’ın bu faaliyetlerinden haberdar olan Osman Gazi, Selçuklu Sultan’ından yardım istemiş ve Selçuklu Sultan’ına direkt bağlı uc bölgelerinden biri olan Sahibin Karahisar (Afyon) civarından Türkmenler bölgeye intikal etmiştir. [3] Ayrıca Bizanslı tarihçi Pachymérés’in aktardığı üzere Paflagonya (Batı Karadeniz, Kastamonu) bölgesinden de Çobanoğulları emrindeki Türkmenler’in de katılması ile Türk kuvvetleri yaklaşık beş bin kişiyi bulmuştur. Savaşı gelişim süreci Harita 1 ‘de görülmektedir.

8-01
Harita 1

27 Temmuz 1302 yılında gerçekleşen savaşın başlangıcında bir öncü kuvvetin gece gerçekleştirdiği saldırıdan bahsedilmektedir. Muhtemelen İznik civarından hareket eden Osman Gazi, hem İstanbul’dan gelen kuvvetler ile yerel kuvvetlerin birleşmesini engellemek hem de keşif yapmak için böyle bir hamle yapmıştır. Sonrasında geri çekilmiş ve askerlerin gemilerden indiği anda tüm kuvvetleri ile birlikte bir baskın gerçekleştirmiştir. Bu taarruz esnasında paralarını ve atlarını Alan paralı askerleri için vergi olarak veren yerel halk, gönülsüz bir şekilde mukavemet göstermiş ve kısa sürede dağılmaya başlamıştır. Kaynakta da bahsi geçtiği üzere tamamı profesyonel savaşçılardan oluşan Alan paralı askerleri karşı taarruza geçerek piyadelerin (milislerin) çekilmesini sağlamış ve bu uğurda kendilerini feda etmişlerdir. Bizans komutanı Mouzalôn geldiği gemiye binerek geri çekilmiştir. Bu noktadan sonra, Türk kuvvetlerine dağılan birlikleri kovalamak ve ganimet elde etmekten başka bir iş kalmamıştır. Konu ile ilgili bilgi Pachymérés tarafından şu şekilde aktarılmaktadır:

“Atman (Osman), İznik bölgesinden ayrılmış ve vadileri geçerek Halizones [5] topraklarına doğru ilerlemeye hazır hale gelmişti. Ancak bu durum Mouzalôn’u harekete geçirdi. Tüm bu gelişmeler üzerine Atman (Osman) kendisi ilerlemeden önce yüz kişilik bir öncü kuvvet gönderdi ve bu adamlar Télémaia’da ansızın ortaya çıktılar. Henüz uykuda olan Mouzalôn ve adamlarının üzerine saldıran bu birlik, kalabalık karşısında pek bir şey yapamamış ve geri püskürtülmüşlerdi…

…Atman (Osman) dağ geçidini geçip birden (ovada) göründü O, kendi kuvvetleriyle birlikte, daha önce Paflagonya dolaylarından savaş  için kendisine gelip katılan birçok savaşçının başında idi. Onlar, önlerine çıkanları yok etmeye veya esir almaya hazırdılar. Bütün bu kuvvetleri orada topladı. Léon Mouzalôn kumandası altındaki kuvvetler, Rum ve Alan’lardan oluşan kendi askeri ile yerli ve yabancı askerden oluşuyordu ve hepsi yaklaşık iki bin kişiye varıyordu…

…Böylece savaş, hem sayı hem de moral bakımından eşit olmayan koşullarda başladı. Rumlardan birçoğu savaş meydanında kalırken çoğu yakın olan İzmit Kalesi’ne, hep beraber utanç verici şekilde, yol açıp kaçmak üzere firar yolunu tuttular. Bu sırada Rumlar için hayatlarını feda eden Alan’lar çok yararlı oldular. Gerçekten savaşın sonuçları belli olunca, çoğu yaya olan askere kaçma imkânı sağladılar. Düşmanın etrafını cevirip adım adım çekilerek ve yandan çapraz saldırıp düşmanın ilerlemesini geciktirerek, attan  inip ok atışlarıyla düşmanı vurarak, Alan’lar Rum piyadenin saflarını sıkılaştırıp ilerlemelerine ve kendilerini kurtarmalarına imkân verdiler.”

Gerçekleşen bu savaş ile ilgili tarihi kaynakların arasında Türk kaynakları ile birlikte Bizans kaynakları da eklenmiştir. Bu dönemde yaşayan çağdaş tarihçi Pachymérés (ö. 1310) Romaike Historia adlı eserinde Atman’ın [6] (Osman Gazi’nin) bölgedeki faaliyetlerinden bahsetmiştir. Osman Gazi ile ilgili günümüze ulaşabilen en eski tarihi kayıtlar olması açısından eser son derece önemlidir.

Savaş, Bizans İmparatoru’nun gelişmelere müdahil olması sebebiyle beyliğin çevre tekfurluklarla gerçekleştirdiği mücadeleye farklı bir boyut kazandırmıştır. İznik’in geri alınması (tekrar İslamlaştırılması) ve Türkmenlere zengin ve bereketli ovalar (İznik ve Bursa) kazandırılması amacıyla gerçekleştirilen gaza faaliyetleri Bizans İmparatoru’nun yenilgiye uğratılması ile birlikte ivme kazanacak ve bölgeye gerçekleşen Türkmen göçlerini ciddi manada arttıracaktır. Bursa ve İznik’in fetihlerine uzanan süreçte Bizans yönetimi uzun yıllar ciddi bir mukavemet gösteremeyecek ve devam eden yıllarda bölgedeki tekfurların meydana getirdiği koalisyon güçleri ile mücadele başlayacaktır.

Tartışma

Savaşın yeri ile ilgili dramatik bir hata yapan Joseph von Hammer, eserinde Bapheus (Koyunhisar) Kalesi ile Yenişehir Ovası’nın batısında bulunan Koyunhisar Kalesi’ni karıştırmıştır. 1302 yılında Yalova yakınlarında gerçekleşen savaşın ardından Bursa ve çevresindeki tekfurluklar (Bursa, Kestel, Adranos, Kite, Bednos/Bidnos) bir koalisyon gücü oluşturmuş ve ertesi yıl (1303) Yenişehir Ovası’na saldırmışlardır. Dimboz Savaşı adıyla anılan bu savaş Yenişehir Ovası’ndaki Koyunhisar Kalesi civarında gerçekleşmiş ve sonrasında Bizans kuvvetleri adım adım çekilerek Dimboz Boğazı’na (bugünkü Erdoğan Köy) civarına gelmiştir. Yani, 1302 yılında gerçekleşen Bapheus (Koyunhisar) Savaşı ile 1303 yılında gerçekleşen Dimboz Savaşı farklı bölgelerde ve zamanlarda gerçekleşmiştir. İki savaşta da bahsi geçen kalelerden biri Yenişehir Ovası’nın batısında iken diğeri Yalova-İznik yolu üzerindedir.

Dipnotlar

  1. İslam geleneğine göre bir şehir Dâru’l-İslam (İslam Memleketi/Beldesi) olduktan sonra düşman eline geçtiyse geri alınmalıdır. Bu sebeple İznik’in diğer beldelere göre özel bir durumu bulunmaktadır.
  2. Detaylı bilgi için bir önceki yazı (Köprühisar Fethi ve İznik Kuşatması (1300-1301)) okunabilir.
  3. Bu durum ile ilgili Pachymérés’in aktarımında geçen “Méandre (Menderes Irmağı Havzası) bölgesinden gelen başka Türk kuvvetleriyle büyük bir sayıya varmış bulunuyordu.” ifadesi, ilginç bir şekilde Neşrî’nin ifadesi ile örtüşerek Batı Anadolu’dan gelen bir desteğin Osman Gazi saflarına katıldığını ve böylece ciddi bir sayıya ulaştıklarını doğrulamaktadır.
  4. Pachymérés’te savaş öncesinde yaklaşık 100 kişilik bir akın ile Koyunhisar Kalesi önlerinde bir çatışma yaşanmış ve geri çekilinmiştir. Bizans bölgedeki faaliyetleri ile ilgili bilgiye burada ulaşılmış olunabilir. Ya da Anonim Tevârîh-i Âl-i Osman‘da iletildiği gibi bir casus vasıtasıyla bu durum iletilmiştir.
  5. Yalova ve Karamürsel arasında kalan kıyı ovasına o dönemde Halizones deniyordu.
  6. Kaynakta geçen Atman lafzı, Osman’ın Grekçe telaffuzu olabileceği gibi Osman Gazi’nin adının aslında Ataman/Atman olabileceği yorumlarını da beraberinde getirmiştir. 1301-1349 yılları arasında yaşamış Memlükler dönemi, devlet adamı, tarih ve coğrafya alımı olan İbn Fazlullah El-Ömeri’nin Mesâlikü’l-Ebsar fi Memâliki’l Emsâr adlı tarih ve coğrafya hususunda ansiklopedik eserinde de iki kez Osman Gazi’nin bahsetmekte ve birinde Atman şeklinde  aktarım yapmaktadır. Arap asıllı bir alimin, (dört halifeden birinin de ismi olan) Osman isminin yazımı ile ilgili bu denli bir hata yapmış olması da pek de mümkün görünmemektedir. Yazım şekilleri arasındaki fark peltek se (ث) ile te (ت) arasındaki basit tek noktalık hata ile izah edilmekten uzaktır. Çünkü El-Ömeri Atman kelimesini tı (ط) harfiyle yazmıştır. Yani orjinal yazımda (عثمان) yapılabilecek bir hata ile (عتمان) değil farklı bir yazım ile (عطمان) aktarılmıştı.

Kaynakça

  1. Mevlânâ Mehmed Neşrî, Cihânnümâ [Osmanlı Tarihi (1288-1485)], Haz. Öztürk N., Bilge Kültür Sanat, İstanbul, 2013
  2. Anonim, Tevârîh-i Âl-i Osman, F. Giese Neşri, Azamat N., Marmara Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 1992
  3. İnalcık, H. Osman Gazi’nin İznik (Nicaea) Kuşatması ve Bafeus Savaşı
  4. İnalcık, H. İznik için Osman Gazi ve Bizans Mücadelesi, Bilkent Üniversitesi
  5. Pachymérés G., Bizanslı Gözüyle Türkler, Çev. Barlas, B., İlgi Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul, 2009

“Koyunhisar (Bafeus/Bapheus) Savaşı (1302)” için 6 yorum

  1. Merhaba..
    Bi’önceki yazınız olan Dimbos savaşı konunuzdanda anlaşılageldiği üzre (ki ona yorum kapalı olduğu için buradan yazıyorum) ” … Osman Gazi’nin yeğeni (Gündüz Alp oğlu) Aydoğdu Bey şehit olmuştur. Türbesi bugün savaşın başladığı yer olarak kabul edilen Koyunhisar köyü sınırları içerisindedir… ” anlatımından da yola çıkılacak olursa, (benim hala takılı kaldığım yer olan Süleyman Şah ve gündüz alp arasında gidip gelen tarihin, o bastırılan sikke üzerindeki gündüz alp isminin destekçisi olarak) çocuğa konulan dedenin adı kültürümüzün, o günlerden bu yana geldiği düşünülecek olursa da, Ertuğrul’un büyük oğluna ad olarak koyduğu da gündüz alp ismi bu konunun da ispatı olmaya yeterlidir diye düşünüyorum.. Ki o da kırılma noktası olan yıldırım Beyazıt han’ın Timur’dan almış olduğu o aşağılayıcı mektuptan dolayı yaşandığı inancını taşıyanlardanım bende.. destekleyici yayınlarınızdan dolayı teşekkürler.. iyi yayınlar

    Beğen

    1. Hüseyin Bey,

      Evet, bahsettiğiniz gibi Anadolu’da doğan ilk erkek çocuğa dede isminin verilmesi günümüzde de devam eden bir gelenektir. Ertuğrul Gazi’nin oğullarına sırasıyla Gündüz, Savcı ve Osman (Ataman?) isimlerini verdiğini bilmekteyiz. Maalesef yazılı kaynakların çok sınırlı olduğu dönemle ilgili (döneme ait ilk Türk kaynakları 200-250 yıl sonra yazılmaya başlamış olduğu için) en somut delil para (sikke) üzerindeki “Ertuğrul bin Gündüz Alp” ibaresi olarak görünmektedir.

      Ancak ilginçtir ki, Osman Gazi’ye ait olduğu rivayet edilen şecerelerden birinde (Düstûrname’de y. 1464, kaynak olarak Oğuznâme kullanılmıştır) Ertuğrul Gazi’nin baba adı Gündüz Alp olarak gösterilirken büyük dedesi (yani dedesinin babası) Mir Süleyman Alp olarak verilmektedir. Yine ilginçtir ki Orhan Gazi de ilk oğlunun adını Süleyman (I. Murad’ın ağabeyi, ö. 1357) koymuştur. Yani Süleyman Şah olarak isimlendirme bir karışıklık sebebiyle ya da tamamen siyasi sebeplerle (yazıda belirtildiği gibi) olmuş olabilir.

      İlginiz için teşekkürler.

      Beğen

  2. Konu çok güzel emeğinize sağlık bilgilendirici yazınızdan dolayı. Özellikle 6 nolu dip notunuz kendi adıma çok faydalı oldu. Ben de şu bakış açısını paylaşmak isterim: Bu Atman/Osman mevzusu çok tartışılıyor. Peki neden herkes atman veya atamanı isim olarak düşünüyor da aslında bir ünvan olarak kullanılmış olabileceğini hesaba katmıyor ? Yani evet ismi Osman dı fakat bir de ünvanı vardı: Ataman. Biliyorsunuz Ataman Türk toplumunda önderlere verilen ünvan. Osman gerçekten de bir Ataman olamaz mı ? Alplere komutanlık eden saygın bir Alp komutanı: Ataman Osman mesela?. Osman Bey in “Kayı” boyundan geldiğini söylersek böyle bir ünvana ihtiyacı kalmazdı şüphesiz. Ama o zaman gerçek bir soylu olacağından “falan filan oğlu Osman” veya “falanca emiri/hanedanı/varisi” vs olarak tarihe kaydedilmesi gerekmez miydi Pachymeres ve 6. nolu dipnotta belirttiğiniz alim tarafından?
    Bir diğer konu da Osman Bey in ailesindeki bütün isimler Türkçe iken neden kendi ismi Arapça olsun onun ismi Atman’dı deniyor. Bu konuda da şu görüşü dikkatinize sunmak isterim: Babası Ertuğrul gazi nin Şeyh Edebaliyle olan yakınlığı, kendisinin çocukluğunda sık sık Şeyh Edebali yi ziyaret ediyor olması Osman isminin kendisine verilmesinin pekala mümkün olabileceğini göstermez mi ?
    Peki şimdi buraya kadar okuduğunuz şahsi varsayımlarımı -bir çoğunuza göre saçmalıklarımı- Kayı boyunun aslında var olmadığını ve Osman bey in de böyle bir boydan gelemeyeceğini söyleyen Halil İnalcık hocayı dinleyip tekrar değerlendirir misiniz?

    Beğen

    1. Öncelikle değerli yorumunuz ve siteye ayırdığınız vakit için çok teşekkür ederim.
      Sorularınıza/yorumlarınıza madde madde cevap vermeye çalışayım.

      1- Ataman kelimesi özellikle 13., 14. ve 15. yüzyıllarda (Altın Orda) Kazak ve Kıpçak Türkleri arasında askeri bir unvan olarak kullanılmaktaydı. Öyle ki, Rusya İmparatorluğu döneminde de Kazak Orduları başkomutanlarına bu ünvan verilmekteydi. Bölgesel olarak değişiklik göstermekle birlikte Ataman (атаман) / Otaman (отаман) / Vataman (ватаман) gibi değişik kullanım şekilleri de mevcuttur. Bu etimolojik değerlendirmenin ardından ilginç bir anekdot eklemek isterim. “Osmanlı’nın Menşei” konusunda bir başka tartışma konusu olarak, Osman Gazi’nin Kıpçak diyarından geldiğine ilişkin bir hipotez mevcuttur.

      Çağdaş tarihçiler Pachymêrês ve El-Ömerî, eserlerinde Osman Gâzi’ye maalesef çok yer vermemiştir. Pachymêrês, 1302’deki Bafeus (Koyunhisar) Savaşı ve sonrasında Cubuclea (Görükle?) olaylarından bahsetmiş, bu saldırıların Bizans halkı ve saray ahalisine etkilerinden daha çok bahsetmiştir. Osman Gazi için kullanılan Ataman kelimesini ilk kez kullanan çağdaş tarihçi Pachymêrês eserinde (Relations Historiques) Kıpçak sahasından da sıklıkla bahsetmektedir. Dolayısıyla “Ataman” kelimesi sizin de bahsettiğiniz gibi bir unvan olabilir.

      Osmanlı Beyliği’nin çıkış yaptığı ilk 50 yıllık dönem incelendiğinde bölge emiri/hanedanı/varisi gibi soyluluk ifade eden terimlerden  bahsetmek, Anadolu’daki Moğol hakimiyeti/baskısı göz önüne alındığında 1330 yıllara kadar pek mümkün değil. Bizans hududunda gaza eden bir “Türkmen Reisi” ya da “Uc Beyi” olarak görülmektedir.

      2- Arapça bir isim olan Osman’ın Şeyh Edebalı etkisiyle konulması konusu da mümkün görünmektedir. Aynı şeyhin takip eden yıllarda Osman Gazi üzerinde de ciddi bir etki bırakacağını biliyoruz. O dönemde çocuklara verilen adlar aynı zamanda siyasi anlamlar da taşıyor. Örnek vermek gerekirse, Osman’ın bir çocuğuna Çobanoğlu beyi Çoban Bey ve bir diğer oğluna Selçuklu Hükümdarı Alaaddin’in ismini vermesi gibi.

      Ayrıca Osman’ın “Bey” olduktan sonra isim değiştirdiği fikrini de eklemek gerekmektedir.

      3- Merhum Halil İnalcık Hoca’nın Kayı boyunun var olmadığını söylediği bir yazısına henüz rastlamadım fakat İnalcık’ın teorisi, “Osmanlı hanedanın doğrudan bir boydan (Kayı) vücuda gelmediği, bir çok Oğuz Boyu’ndan oluşan bir ufak bir aşiretler federasyonu olduğu düşüncesi şeklindedir, denilebilir​. Bu sebeple Oruç Târîhi’nde “…Bu Osmânîler garîbler sevicilerdir” (“Garîb” kelimesinden kasıt, bir beylik ya da aşirete bağlı olmaksızın gezen Yörükler) denmektedir. Çobanoğulları Beyliği içerisinde batıdaki gaziler arasında en atılgan olan ve en çok sivrilen ismin, Osman Gazi olduğunu ve çevresindeki gazileri bayrağı altında topladığını yine dönem tarihçisi Pachymêrês nakletmiştir.

      Bildiğiniz gibi Kayı iddiası 15. yüzyıl ortalarına (neredeyse İstanbul’un fethine) doğru, II. Murad döneminde Timur’un oğlu Şahruh’a karşılık, siyasi sebeplerle Yazıcızâde Ali tarafından ortaya atılmış bir iddiadır. Ancak bu da Osmanlı’ların menşei’nin Kayı olmadığını (ya da başka bir boy olduğunu) da ispatlamamaktadır.

      Kısaca, toparlamak gerekirse (çok uzattım özür dilerim), eldeki verilerin son derece yetersiz olması sebebiyle birçok konu hipotez olmaktan öteye geçememektedir. Konu ile ilgili her yeni düşünce/fikir bulgu ya da keşif son derece değerlidir.

      İlginiz ve paylaşımınız için çok teşekkür ederim.

      İyi okumalar.

      Beğen

      1. Merakla ve keyifle okuyorum, uzattım dediğiniz detaylar yazıyı daha kıymetli kılıyor.
        Osman Gazi görüntüsüyle de gerçekten de Kıpçak yada Kazak olmalı ki kayda geçiren tarihçi onu bu milletlere has olan “Ataman” kelimesi ile nitelemiş olsun görüşündeyim.
        Merhum hocanın Osmanlı’nın Kayı boyundan gelmesi meselesinin 15. yy da ortaya çıktığını söylediğinde hemfikiriz, Kayı boyunun olmadığı yönündeki çıkarımım ise hatalı olmuş. Özür dileyerek bunu düzeltmek isterim.
        Aşiretler dediniz, peki Osmanlı hanesi pek çok aşiretten bir araya gelmişse ve bu aşiret beylerinin aslında hepsi birer Ataman’sa ve bunlara Osman Bey önderlik ediyorsa “The Ottomans” ın “Osmanlı” dan ziyade “Atamanlar” olabileceği de düşünülemez mi?
        Son olarak başka bir soydan gelmiş olsalardı bunu bilmezler miydi? Kayı boyundan geldiklerini söylemek yerine gerçek boylarını belirtmezler miydi ? Yani arada 2 yy dan az bir süre var ve Kayı boyunu varlığının bilecek kadar tarihe hakimlerse kendi boylarını da bilmeleri gerekmez miydi ?

        Beğen

      2. Öncelikle bayram dolayısıyla yorumunuza geç cevap verebildim, özür dilerim.

        Osman Gazi’nin görünüşüne ilişkin ilk dönem tarihçileri herhangi bir betimleme yapmamıştır. 19. Yüzyıl tarihçileri “Kara” lakabından yola çıkarak birtakım çıkarımlarda bulunmuşlardır. Pachymêrês’te de dış görünüşe ilişkin bir kayıt yok. Fakat yine söylemek gerekiyor ki, eldeki bulgularla bu etimolojik yaklaşımı (Ataman/Kıpçak) desteklemek zor görünmektedir.

        Aşiretler ve boyların durumu Avrupa’daki muadilleri (soylu aileler ve hanedanlar) ile kıyaslandığında oradaki gibi net tanımlamalar mevcut değil. Osmanlı’nın ilk dönemindeki demografik yapı incelendiğinde Kızık (Bursa Fethi öncesinde kurulan Bursa köyleri), yoğun bir şekilde Çepni (yer adları incelendiğinde), Kayı (Çobanoğulları sebebiyle) ve muhtemelen Afşar (Germiyanoğlu dolayısıyla) öğeleri çoğunlukla görülmektedir. Hanedan menşei ile net bir şey ifade etmek maalesef mümkün değil. Zaten kısa süre sonra (yaklaşık 50 yıl) Osmanlı ya da Osmanî gibi birleştirici yeni bir tanımlama yapılmış ve benimsenmiştir.

        13. Yüzyıl sonunda Çobanoğulları’nın Bizans’a karşı faaliyetlerini yavaşlatması (zaman zaman durdurması) Bilecik-Eskişehir sahasındaki gazileri harekete geçirmiş ve yıkıcı gücün bu bölgeye kaymasını sağlamıştır. Yani kısaca Osman Gazi ve silah arkadaşları tamamen Kayı olabileceği gibi farklı boylardan/aşiretlerden gelen “garîb” gaziler olabilirler.

        Osmanlı hanedanının menşei ve Kayı teorisi ile ilgili önümüzdeki haftalarda bir yazı yazmayı planlıyorum. O başlık altında daha detaylı bir bilgi paylaşımı yapmaya çalışacağım. (Özellikle ilk kez nerede bu iddianın ortaya atıldığı ve sebeplerini inceleyebiliriz.)

        İlginiz için teşekkürler.

        Beğen

Yorum bırakın